Ülkemizde son yirmi yýlda görülen hadis/sünnet aleyhtarlýðý hareketi için, uzmanlarýn söyledikleri -ki benim de inancým odur-; "hadisi/sünneti ve problemlerini bilmeyen bu kiþilerin, önce klasiði iyi hazmetmelerinin gereði ve niyet dürüstlüðü kazanmalarýnýn lüzumudur."
Ali Osman Koçkuzu ile Söyleþi: "Hadisi/Sünneti ve Problemlerini Bilmeyen Kiþiler, Öncelikle Klasiði Ýyi Hazmetmelidirler" / Saffet Köse - Mehmet Harmancý - Halil Uysal
M. Harmancý: Ýlim tahsilinde bulunduðunuz dönem, yaþýnýz itibariyle, bir geçiþ dönemiydi. Medrese kökenli hocalarýn yeni eðitim sistemine ve uygulamalarýna ayak uydurmaya çalýþtýklarý bir dönem yani... Bu konuda neler söylemek istersiniz? Böyle bir dönemin avantaj ve dezavantajlarý nelerdir sizce?
Konya Ýmam-Hatip Okulu olarak, diðer altý imam-hatip okulundan -belki Ýstanbul hariç tutulabilir- oldukça iyi durumumuz vardý. "Medrese kökenli hocalar" deyimi, kýsmen bizim öðretmenlerimiz için geçerli idi. Hepsine rahmet dilediðim bu zatlardan, ismini unuttuklarým olursa aflarýný dilerim. Hepsine çok çok borçlu bulunmaktayýz. En az iki hocamýz vardý ki onlar: Tahir Elliiki ve Fatih Göktay beylerdi; bunlar, modern medrese -devletin ýslah projelerinden sonraki medrese- mezunu idiler. Bu zatlar ayný zamanda, Ýstanbul Dârü'l-Fünûn Ýlâhiyat Fakültesini bitirmiþlerdi. Okuduklarý medresede ise; yabancý dil, matematik ve teknik bilimler, felsefî disiplinler okumuþ insanlardý. Bunlarýn dezavantajý, 1935-1951 yýllarý arasýnda, ya ilkokul öðretmenliði yaparak köylerde kalmýþ olmalarý veya eðitim-öðretim dýþýnda kalarak, ilk yapýlarýný nispeten yitirmiþ olmalarý idi. Fakat onlar okulumuza gelince, yaþlarý ellinin üstünde olmasýna raðmen çok güzel çalýþtýlar ve çok faydalý oldular. Bir baþka hoca grubu, Müftü Abdullah Ulubay gibi, Kuzât mezunu olan; Osmanlý öðretim kurumlarýnda din bilgini ve hukukçu olarak yetiþen kimselerdi. Bunlarýn yaþlarý yetmiþin üstünde idi. Onlarýn bulunmasý bizim açýmýzdan dezavantaj idi, çünkü onlar, çok üst düzey Osmanlý din ve medeniyet kültürüne, bilim an'ane ve ahlakýna sahip idiler. Dilleri nispeten daha aðýr idi. Baþlangýç halindeki öðrenciden çok, imam-hatibe girmeden, bir þeyler öðrenmiþ olanlara daha faydalý idiler. Ýki hocamýz vardý: Mevlit Özer ve Ömer Budak efendiler, yaþlarý yetmiþin üstünde olmasýna raðmen bu zatlar, el-Ezher çýkýþlý olduklarý için pratik Arapçayý da mükemmel bilen kiþilerdi. Öðretim kurumlarýndan en az kýrk yol aralý kalmalarý, onlarý da nispeten etkilemiþti. Bir tane Saraybosnalý en az dört-beþ dil bilen, modern öðretimi çok iyi yürüten, Hamit Özyakuk bey vardý. O da çok yaþlý idi. Fakat, pedagojik formasyonu çok yüksek olduðu için; Arapça, Farsça, Fransýzca derslerinde öðrencilerin rehberi olmuþtu. 1956'lý yýllarda, Hüseyin ve Ýbrahim Atay kardeþler, Baðdat mezunlarý olarak okulumuza geldiler. Bu da öðretim kadrosunu güçlendirdi. Genç hocalardan en büyüðü, çok kýsa bir müddet sonra Ankara Üniversitesi Ýlâhiyat Fakültesi Kelâm Kürsüsü'ne asistan olarak ayrýldý. Rahmetli Ýbrahim Bey'den çok yararlandýk. Allah onu güzel ahlâkýna uygun cennetine koysun. Pederleri ve validelerine rahmet etsin. "Sarý Ýmam" olarak anýlan Bayezit imam-hatiplerinden bir zat idi pederleri. Sýnýf arkadaþýmýz Mustafa dâhil, üç kardeþi de iyi yetiþtirmiþti hoca efendi. En zayýflarý Mustafa Atay da, en azýndan çelik hafýz idi. Bu kadro, daha sonraki yýllarda, Ankara Üniversitesi Ýlâhiyat Fakültesi mezunu hocalarla yürüdü. 1963'ten itibaren de artýk bu okullarda okumuþ olanlar, kendi kurumlarýna hoca olarak döndüler. Kadrolar geliþti. Yüksekokul mezunu olmamakla beraber, Arap dili ve edebiyatýnda öðretmen olarak görev yapan Mehmet Ulucan, genç hocalar içinde en faydalý öðretmenlerdendi. 1951-1958 Ýmam Hatip okulu, Konya'da, kültür derslerini asker kökenli öðretmenlerin verdiði çok saðlam bir yapýya sahipti. Liselerden gelen hocalar da, bizleri iyi yetiþtirmek için gayret etmekteydiler. Bu dönemi þöyle deðerlendirebiliriz; büyük imkânsýzlýklara raðmen, çok baþarýlý bir öðretim dönemi. Öðretim kadrosu, bu tarihten sonra bu düzeye hiç eriþememiþtir. Okullar çoðalýnca, Türkiye'de vasýflý öðretmenlik yara almýþtýr. Yaþý itibariyle medreseye yakýn olmayan Fars Dili ve Edebiyatý öðretmenimiz, merhum hocamýz Arif Etik, geniþ kitabiyyat birikimi ve Türk ve Fars edebiyatlarýna derin ve aþk derecesindeki nüfûzu ile, hem Ýmam-Hatip okulunda, hem de Yüksek Ýslam Enstitüsünde, öðrencilerinin muallimi ve rehberi olmuþtur.
M. Harmancý: Ýlim yolunda girmenizde ne ya da kim etkili olmuþtur? Hangi düþünceler sizi bu yöne doðrultmuþtur?
Ben ilkokula sekiz yaþýmda gittim. O vakit, ilkokul döneminde, okullar ikili öðretim yapmazlardý. Bu dönemde, Konya'nýn Durakfakih mahallesinde, Mahmut Þevket Paþa ilkokulunun doðusunda bir evde oturduk. "Çukur Mektep" adýyla anýlan bu kurum bugün çocuk bahçesidir. Bu mahalle ayný zamanda büyük âlim ve ahlâk mürþidimiz Hacýveyiszade Hacý Mustafa Kurucu Efendimizin de mahallesidir. Ýlkokul süresince öðrenciler ikindi namazlarýna Sultan Selim Camii'ne gidip orada imkânlar elverdiði ölçüde Kur'an-ý Kerim okurlardý. Ýmkan ile kastým, okutacak kiþinin bulunmasý. Çünkü bu, resmen suç idi ve herkes de buna cesaret edemezdi. Biz, caminin müezzini rahmetli hocam ve büyüðüm Süleyman Gülderen eliyle Kur'an'ý öðrendik. Bu zat Mustafa Efendi hocanýn damadý oldu daha sonra. Belki de Hoca Efendi'nin isteði üzerine bizleri okuttu. Ýlk defa, daha uygun olur düþüncesiyle Piri Mehmet Paþa Camii'ne gidiyorduk. Orada müezzin olan Enver Efendi, bizi namaz sonu, Siyavuþ Türbesi'ne alýyor, biraz okutuyor, sonra "siz biraz çalýþýn, ben gelirim" diyerek gidiyordu. Biz de iki kardeþ -aðabeyim Hasan Koçkuzu ile- sandukaya bakarak korkuyorduk. Daha sonra babamýza durumu anlattýk ve Sultan Selim Camii'ne geçtik. Orada usûl þu idi; ikindi namazýný orada kýlacaksýnýz. Eðer durum müsait ise hoca sizi okutacak, deðilse, o türbe etrafýndaki kapýdan kaçacak, sizi polisler biraz korkutacak, okumadan evinize döneceksiniz. Bazen de takip azalacak, rahat okuyacaksýnýz. Bu beþ yýl sürdü. En az üç-beþ hatim yaptýk. Hatýrlayabildiðim üç aðabey daha vardý orada, hocanýn ahbâbýnýn çocuklarý: Muammer Öztabak, Hanefi Çýnar ve Muzaffer Kirtiþ. Ýlkokul böyle faydalý geçti. Hatta bir ara hocamýz Kapý Camii'ne müezzin oldu. Altý-sekiz ay sabah namazýnda Kapý Camii'ne gittik okumak için. Bugün bunu yapacak durumda deðilim. Demek ki o zaman daha azimli ve daha inançlý imiþiz. Bulgur Tekesi'ne hafýz olmak için yazýldýk. Öyle zannediyorum ki, aðabeyimle kendimiz, fotoðraflarý çektirdik, belgeleri hazýrladýk. Onu aldýlar, beni de "yazlarý gelebilir" deyip kabul etmediler. 1949-152 yýllarý arasýnda Kur'an Hafýz Kursunda hafýz oldum. Hakký Özçimi baþkanlýðýnda bize þu zâtlar emek çektiler: Âmil Sütdede, Sadýrlalý Mustafa Efendi Hoca, Hüseyin Tekinbaþ, Þaban Haksever, Ahmet Atýcý aðabeyler, Mehmet Þeker, Haydar Albayrak, Ahmet ve Hasan Küçük kardeþler, müftülük kâtibi Mehmet Efendi ve bir müddet Derbentli Hacý Mustafa Efendi. Bunlarýn öteki âleme göçenlerini rahmetle, sað olanlarýný da saðlýk dileklerimle anarým. Ýsmini unuttuklarýmýza da her türlü iyi dileklerimizi arz ederim. Hatýrladýðýma gör bir akþam eve gazete getiren babam "Ýmam-Hatip Okullarý" isimli bir tür mektebin açýlacaðýný haber verdi. Gazete 1948'lerde bu haberi yazmýþtýr. Haber 1951'de tahakkuk etti. Ben tam Kur'an hafýzlýðýnýn yarýsýný biraz geçmiþtim. 1934 doðumlu olanlarýn bir bölümü, iþi yarýda býrakýp okula yazýldýlar. Mecbur idiler. Biz de ertesi sene gittik. Yönlendirme böyle oldu. Okulun mahiyetini de bilmiyor idik o zamanlarda. Okuduðumuz yedi yýlda: "Ýstikbaliniz yok, niçin o okula gittiniz" ikazý, birçok arkadaþ gibi bana da yapýldý. Son yýlýn yarýsýný Uluýrmak Okulu'nda bitirdim. Müdürümüz -ölmüþse Allah rahmet etsin- Nedim Ülgen Bey: "Dilenci mi olacaksýn, niçin o okula gittin?.." yollu uyarýlarda bulundu. Bu uyarý elli yýllýk dönemde maþallah pek çok gence yapýldý. Fakat, aradan yedi yýl geçti, bir ikindi üzeri, Ýplikçi Camii'nin önünde rastladým kendisine. Kucakladý ve, "Çok iyi bir seçim yaptýnýz Ýmam-Hatip'e gitmekle..." yollu hislerini belirttiler. Ben de hem onun, hem de kendi adýma çok sevindim, hâlâ da sevinirim. Keþke o dönemde bizim gibi, geliri az olan aile çocuklarý yanýnda, üst düzey kazancý olan, eþraf çocuklarý da bu nöbete omuz verse idiler. Sonuç toplumumuz açýsýndan daha farklý olacaktý. Hadis anabilim dalýný seçmem, evvelce de bir vesile ile arzettiðim gibi, evimizdeki bir toplantýda, büyük mürþit Fahrettin Kuru efendimizi, Sadrettin Konevî'den yaptýðý bir tercümenin okunuþu sýrasýnda duyduðum birkaç cümle ile oldu. Sadreddin Konevî vasiyetnamesinde: "Beni fakihlerin deðil, muhaddislerin açýkladýðý gibi gasledin; cenazemi yýkayýn..." buyurmuþ. Çocuk aklýmla ben bu kýsýmdan olmayý diledim. Çay bile daðýtamayacak kadar küçük idik. Veya büyükler bu iþi yaptýðý için, odanýn bir köþesinde bu sözlerin okunduðunu iþittim. Ben Sadrettin Konevî kimdir bilmiyordum. Ama Fahreddin Kulu (bizlerin deyiþi ile Hoca Dedemiz) büyük bir âlim, veli-fillâh idi bizim aklýmýzda öyle yer etmiþti. Küçük yaþtan beri, biz öyle bir terbiye ile büyümüþtük. Onun yazdýðý bir yazýda böyle bir cümle vardý ve Allahu a'lem beni hadise o yönlendirdi. Fahreddin Kulu Efendi Hazretleri, Hacýveyiszade'den on yaþ büyük, ayný terbiye ve öðretim kurumlarýnda yetiþmiþ ve orada görev yapmýþ bir zâttý. 26 Temmuz 1950 yýlýnda öteki âleme göç ettiler. Bütün bu hatýra notlardan önce þunu belirtmem daha doðru olacaktýr. Konya Ýmam-Hatip Okulu, aðabey/öðrencilerin bulunduðu bir okuldu. Öyle zannediyorum ki, o tarihte birçok okul öyle idi. Aðabey-öðrenci, bugünkü frenk tabiri ile, karizmasý olan bir kiþi idi. O, teneffüslerden tutunuz, yaz tatillerine kadar, durmadan yeni öðrendiklerini ve tecrübelerini, öðrenci arkadaþlarýna aktarýr ve önemli bir tesir meydana getirirdi. Birçok aðabeyimizin üzerimizde etkisi olduðunu kabul etmekteyim. Kendi emsalleri dahil, deðerli aðabeyim ve hocam Prof. Dr. Hayreddin Karaman'dan, o gün ve o günden bugüne etkilenmeyen arkadaþým hemen hemen yok gibidir. Onun varlýðý, gerek orta dereceli öðrenim hayatýmýzda ve gerekse yüksek tahsil ve görev hayatýmýzda bizim önümüzde ýþýk olmuþtur. Zaman zaman onu üzdüðümüz anlar mutlaka olmuþtur. Ama ondan gördüðümüz istifadeyi, hiçbirimiz inkar edemeyiz. Devamlý yâdettiðimiz bir husustur bu. Allah sýhhat ve afiyetli ömürlerini uzun etsin. "Ýlim yoluna girdik mi, girmedik mi?" o da ayrý bir konudur. Onun açýklamasý ise uzun zaman alýr. Burada sizin deyiminizi ben, resmî görev ve öðrenim-öðretim hayatýmýz olarak anlamaktayým.
M. Harmancý: Uzun yýllarýný ilme, öðrenmeye, öðretmeye vermiþ birisi olarak geçmiþe dönüp baktýðýnýzda hayýflandýðýnýz, "keþke þunu da þöyle yapsaydým" dediðiniz husus/hususlar var mýdýr?
Böyle bir piþmanlýk duyduðum husus þimdi hatýrlamýyorum. Hayatýmda vukua gelen olaylar, "öyle olmasý uygun görülmüþ ki, Allah tarafýndan öyle yaratýlmýþ; biz bunlarýn hatalý olanlarýnda kusur sahibiyiz. Ama baþarý sadece Allah'a aittir. Piþmanlýk yok da, hayatý daha iyi deðerlendirme noktasýnda, vakti daha iyi deðerlendirme yolunda, hayýflanma demesek bile; "acaba daha iyi nasýl olabilirdi?" þeklinde düþünmeler olabilmektedir. Bunlara birkaç örnek vermek isterim: Mesela, orta öðrenimde, Prof. Dr. Muhammed Hamidullah ve Prof. Dr. Muhammed Tayyib Okiç beylerin imkânlarý gibi, gerek aile ve gerekse muhit ortamlarý bakýmýndan; bize çok sayýda doðu ve batý dili öðretebilecek bir vasatý arzu ederdim. Prof. Dr. I. Goldziher, Prof. Dr. H. Ritter gibi; her üç kitabî dini de iyi bilen; onlarýn ilahiyatlarýný çok iyi tanýyan, Ýbranca, Süryanca, Klasik Yunanca bilen, ama Muhammed aleyhisselamýn yolunda olan, mü'min, muvahhid bir öðretim üyesi olarak, bu iki kitabî dinin sâliklerine Ýslam'ýn fezâilini ve iman esaslarýný öðretmeyi isterdim. Bu mübarek mekânlarý görmeyi, oralarda görev yapmayý isterdim. Asýl en büyük isteðimin yerine gelmesini Allah'tan isterdi; her üç kitabî dini çok iyi bilen, onlarýn dillerine vâkýf, polat gibi Ýslam imaný taþýyan; sayýlarý yüzleri bulan, Tel-Aviv'de az önce Musevî gençlere Tevrat'ýn tefsirini okuturken, odasýna Mescid-i Haram'a dönerek, Duha namazýný edâ eden Müslüman-Türk ilim adamý. Böyle bir projenin tahakkuku, Ýslam'ýn, özellikle de Müslümanlarýn, kitabî din mensuplarýna barýþ adýna en büyük ilgi olacaktýr. Salahaddin-i Eyyûbî'den, Osmanlý yönetiminden gördükleri barýþ dünyasýný Kudüs ve civarýndaki kutsal mekanlarýn ve oralarýn sakinleri tekrar görecektir. Buna her zaman: aaah, keþke... derim, denilmesini isterim. Yüksek dini tahsil ve Ýmam-Hatip liselerinin elimizden çýktýðý þu günlerde; "aaahh... kýrk yýllýk imkâný daha iyi kullansaydýk..." derim elbette. Bana öyle geliyor ki, bugün beðenmediðimiz görev hayatýmýz, emeklilikten sonra, gözümüzde daha da azizleþecek ve "daha iyi geçirebilirdik bu zamanlarý" isteði, daha derinden duyulacaktýr. Ne var ki, kötülüðe yardým etmemeye çalýþtýk, iyi þeyler yapmak istedik, ama baþarabildiðimiz iþte bu kadar. Kusurlarýmýz var þüphesiz. Ama niyetimizin kötü olduðunu kimse iddia edemez. Çünkü biz kendimizi bilmekteyiz. Ýslam'a dost olmayanlara da merhamet edecek kiþiler, yine Müslümanlardýr. Bu nokta hiç unutulmamalýdýr.
M. Harmancý: Hayatýnýzda dönüm noktasý olmuþ kiþiler veya olaylar var mýdýr, anlatýr mýsýnýz?
Bu etkilerin mahiyetlerini, derecelerini ve sýnýrlarýný bilmemekle beraber, ülkede yaþanan hayat, 1940'lý yýllardan beri bize de etki etmiþtir. Fakirliðin verdiði deðiþik ýzdýraplar, þehirlerdeki imkânsýzlýk, 1940'lý yýllarýn kýtlýðý, polis korkusu, ilköðrenim döneminde; önlük, yakalýk takma zorunluluðu, ayakkabýlarýn boyalý olmasý, çevrenin etkisi, ailede büyüklerin otoriteleri, mahalledeki olumlu olumsuz her þey... Ama, ailemin ve oturduðum muhitin, sûfî ve din âlimi insanlarýn etkileri altýnda olmasý, bende çok büyük etkiler yapmýþtýr. Bir zamanlar Fahreddin Kuru, Hacý Mustafa Kurucu Efendilerimizi, bugünden çok çok daha etki altýnda sever sayardýk; o sevgilerimiz hasbî idi, öyle zannediyorum ihlâslý idi, þimdiki gibi, lüzumlu lüzumsuz "neden? niçin? Kaygýlarýmýz" yoktu. Ondan huzur da duyardýk. Bu iki zatýn evlatlarý, özellikle de Fahri Efendi dedemiz kýz ve erkek evlatlarý; abla ve aðabeylerim, cömert, nüktedan, doðuþtan hazýr cevap, arif kiþilerdi. Onlarýn çenelerinin altýnda sohbetlerini dinlemek, elbette müthiþ etkiler yaptý. Bunlarýn büyük bir kýsmý olumlu ve gerçekten sevilecek etkilerdir. Yüksek Ýslam Enstitüsü yýllarýnda, Ýstanbul'da, Prof. Dr. Muhammed Hamidullah beyin etkisi çok aðýr oldu. Zâhid, âlim, ârif ve hüsn-i ahlak sahibi bir zat olarak bizi etkisi altýna aldý. Sadece cuma ve calý derslerine, dinleyici olarak gidiyorduk, hem de bizi okutan hocalardan bir bölümünün tenkidi ve azarý pahasýna. Nihayet Prof. Muhammed Tayyib Okiç, birlikte olduðumuz 15 yýlda, bilerek bilmeyerek etkilendiðim kimselerdir. Etkileniþi, "temessül anlamýnda" ele alýrsak, elbette bu kiþilerin üzerimizde büyük tesiri olmuþtur. Eskiler, "çok büyük insanlar gördük, fakat kendimiz adam olamadýk" derler ve büyük bir alçakgönüllülük sergilerlerdi. Alçakgönüllülük anlamýnda olmadan, ayný sözü söylememiz mümkündür. Eski çaðlarda, bir öðrencinin binlerce üstâdý olurmuþ, ama bizim günümüzde bu sayýlar olmadý. Bütün bunlarýn yanýnda, öðrencilik yýllarýmda ve bugün de, hatta bu etkileþimlerde, þerik olduðum aðabeyimin etkisi daha fazla olmuþtur. Ben de, uzun yýllar beraber olmama raðmen, Hayreddin Karaman'ýn azmi, ilmi, ahlaký, Hilmi ve aðabeylik vasýflarý tecellî etmedi belki ama, kendi kimliðim içinde, Allah onda istifade imkânlarý bahþetti bana, buna da þükür ve hamd borçluyum. Olaylar çoktur. Hicran vardýr, sevgi vardýr, iftiraya uðramak vardýr... vardýr, vardýr. Onlarý mirsad-ý ibretten seyredebilmiþsek, hüznümüz az oldu, acele etmiþsek kendimizi yýprattýk. Ama, yaptýðýmýz iþlerde, bilerek hatayý yüklenmemeye gayret ettik, hatasýzlýk tafrasý yerine: "Dostlarýn hatalarýný yüklenmeyi de elhamdülillah öðrendik."
M. Harmancý: Günümüzde "hadis" ilminin problemleri nelerdir? Çözüm nelerde aranmalýdýr?
Bu soru çok ihâtalý, büyük bir sorudur. Hadis ilmi, hadise baðlý ilim ve disiplinlerin tamamýný; problem ile de açmazlarý, çýkmaz sokaklarý ve çözülmesi gereken meseleleri anlarsak, diyebiliriz ki, bu soru bizden çok komþu ilimlere sorulmalýdýr. Hadisin kendi iç problemleri vardýr. Bunlar, dallara göre deðiþir. Klasik olanlarý vardýr, günümüz ve gelecek için problem karakterli olan zuhûrat vardýr. Hadisin amelî hayata dönüþmesinin güçlükleri vardýr. Hadis âlimlerine düþen -çözülmesi onlarýn gayretlerine baðlý- problemler vardýr. Mü'minlere düþen problemler vardýr. Bir de, hadisi kullanan diðer Ýslamî ilim mensuplarýnýn, sýkýntýlarý vardýr, bizden bekledikleri vardýr. Ayrýca dünya insanlýðýnýn, hadisten bulmalarý gereken hayýr ve istifade etmeleri gereken rahmet vardýr. Dolayýsýyla, büyük bir ekip, böyle bir soruya oldukça doyurucu cevap verebilir. Hadisi okuyup okutanlar, Müslüman halka bilgi ve becerilerini iletemeyen kimselerdir. Ýlim ile, bu ilmi yaþamak arzu eden arasýnda kýrk tane aracý vardýr ve bunlarýn aþýlmasý da çok zordur. Hadisi okutanlar, yaklaþýk elli yýldan bu yana; ilmî usûlle basýlmýþ kitap ve hadisi, hedefini ve muhtevasýný iyi anlayan, birinci sýnýf anlayýþ gücü aramaktadýrlar. Hatta benim görebildiðim, birinci sýnýf akýl, anlayýþ gücü yanýnda, en az o kadar güzel kalp, his ve irfan da aramaktadýrlar. Çünkü, Efendimiz'in kasdýnýn anlaþýlmasý bu deðerli insanlarýn baþ hedefidir. Ben, yeni eski, bütün gayretleri bu vasýfta görmekteyim. Yani, herkes iyi niyetle, kendi kapasitesi nispetinde Efendimizi anlamak, anlatmak, onun hedyinden yararlanmak ve yararlandýrmak istemektedir. Çünkü Efendimizin, birilerini elinden tutup bir yerlere götürmesi (heydi veya hüdâsý, en iyi hedv veya hüdâdýr). Rahmet âlemine gidenlerin deðerli çalýþmalarý vardýr, hatalarý da vardýr, her iki mesaiden de faydalanmamýz mümkündür. Bu yönden onlar bizim muktedâ-bih'lerimizdir. Türkiye'de ve dünyada deðerli çalýþmalar görmekteyiz. Bunlarýn elbette eksiklikleri bulunmaktadýr. Eskiyi, zarif bir tarzda tenkit eden, bazan haddi aþan, yeniler de mevcuttur. Bunlarýn çalýþmalarý da tebcile layýktýr. Probleme daha içten, daha uzmanca bakmak, daha iyi anlamak, daha az hatalý olmak onlarýn þiârýdýr, tuttuklarý yoldur. Zamanla bu geliþecek, eksikler meydana çýkacak, oturacak teklifler, artýk klasik olacak ve bilime katkýlar kökleþecektir. Bu arada, uygun görülmeden yok olan mesailer de bulunacaktýr. Bunlarý da tabii karþýlamak gerekmektedir. Çünkü bu da bir ilâhi kanundur: Yaþayan kendi belgesi ile yaþayacak, hücceti olmayan da vefat edecek, ilim dünyasýndan silinecektir. Teennî, sabýr, olgunlukla sonuçlarý beklemek, çok iffetli bir dil kullanmak, tenkidlerde zerafeti elde kaçýrmamak iyi olur zannederiz. 1956'larda, okul dönüþü, Konya hükümet meydanýnda, kitlelere en güzel hitabetle konuþan, Kýrþehirli adaþým A. Osman Bölükbaþý'ndan dinlemiþtim. Diyordu ki: "Yaþlý bir kavaðýn yanýnda bir sarmaþýk boy atmýþ, kavaðýn bedenine sarýlmýþ, hatta onun boyunu öteye geçip, aþaðýda kalan yaþlý kavaða biraz da kötü bir üslupla sormuþ: "Dayý kaç yýllýksýn?" Kavak cevap vermiþ: "Elli sene oldu." Genç sarmaþýk þöyle bir havalý gülüp; bizim ömrümüzün tamamý iki ay, gördüðün gibi, sizi geçtik." Kavak esnemiþ ve: "Güz gelsin bakalým (tavuðun cücüðü güzün sayýlýr), o zaman seninle konuþuruz" demiþ. Bölükbaþý'nýn söylediðine göre, sarmaþýk güze varmadan, sararmýþ ve ayný hýzla, kavaðýn ayaklarý arasýna düþüp kaybolmuþ. Bunu anlatýrken Bölükbaþý: "Bizim Kýrþehir'de tavuðun yavrusuna "cücük" derler" demeyi de unutmamýþtý. Kýssadan hisse murad olunduk da: Kimseyi kavak, kimseyi sarmaþýk görmeden diyebiliriz ki, fertler, görüþler, kitaplar, tefekkür tarzlarý... Üzerinden, zahmetli güzler geçtikten sonra, oturur ve ömürlerini pekiþtirir, faydalarýný artýrýrlar. Özellikle Türkiye'deki Hadis çalýþmalarý, iyi niyetle yapýlan çalýþmalardýr. Sahiplerini yakýndan tanýmaktayýz. Bunlar, zaman içinde mükemmelleþecek, gayret sahipleri öteki âleme gitseler bile, sadaka-i câriye hükmündeki ilim evlatlarý, eserleri, görüþleri, gözyaþlarý ve hisleri, kalp rikkatleri inþaallah, Müslüman topluma çok þeyler verecektir. Hadise yabancý olan kimseleri, çok çabuk parlayan yýldýzlarýna aldanmamak da Müslüman halkýmýza düþecektir. Onlarýn da, iyiyi kötüyü, haklýyý haksýzý, ihlaslý hareket ile þovu ayýrmak için, bir þeyler öðrenmeleri, en azýndan dünyadaki iþlerine verdikleri zamaný ilme harcamalarý gerekecektir. Diðer bilim dallarýnýn mensuplarýyla hadisçilerin birlikte çalýþmalarý, beraber ürün vermeleri; felsefî, fikrî, insanî ilimler dâhil; sayýsal adýyla anýlan alanlarda dahi, hadisçinin rehberliðinden faydalanmalarý neticeler verecektir. Burada kastýmýz, elbette ki hadisçinin kendi alanlarýndaki müþavirliðidir. Bugün, ülke çapýnda, deðiþik merkezlerde, kitaba, araç-gerece, dökümantasyon merkezlerine, maddi ihtiyaçlarý kolayca halledilmiþ, devamlý akmakta olan yayýn sirkülasyonuna ihtiyaç duymaktayýz. Dünyadaki, alanla ilgili âlimleri, sýk sýk ülkemizde toplayýp, yapýlacak ortak çalýþmalarýn ürünlerini Müslüman halkýmýza arzetmek eksikliðimiz vardýr. Bu iþlerin yapýlmasýný planlayacak, maddi sýkýntýlarýný yüklenecek himmet erbâbýna çok muhtaç durumdayýz.
M. Harmancý: Sosyal bilimlerin de, göz ardý edilemeyecek bir gerçeklik olarak karþýmýza çýktýðý çaðýmýzda "hadis" ile diðer ilim/bilim disiplinleri arasýnda bir iliþkiyi nasýl deðerlendirirsiniz? Disiplinler arasý iliþkiler konusunda fikriniz nedir?
Peygamber Efendimiz'in hayatý, kendi çaðýnda, bugünün insanýnýn karþýlaþtýðý her þeyle karþý karþýya idi. Ýnsan hayatýnýn ortak yanlarý çoktur. Peygamberimizin hayatýnýn, sahabe ve onlardan sonraki nesillerin yaþayýþýnýn, ister dinî, ister baþka alanlarda olsun akislerini hadislerde görmek mümkündür. Durum böyle olunca, hayatý kucaklayan her bilim dalý ve disiplinle, hadis âliminin ilgilenmesi, o bilimlerin mensuplarýyla fikir ve mesâi ortaklýðýnda bulunmasý normaldir. Hatta zaruridir. Komþu ilim dallarýnýn müþkillerinin hadis yoluyla çözümünde ortak tefekkür faydalý olduðu gibi, bizim düþünce dünyamýzýn derinleþmesinde, güzelleþmesinde de elbette, bu ilimlerin yardýmý ve faydasý söz konusudur. Yalnýz burada bir nokta çok önemlidir; hadisçinin, ortak alanlara dair, belirli bir seviyede malûmattar olmasý gerektiði gibi, ortak bilim sahiplerinin de, belirli ölçüde Ýslamî ilimleri tanýmasý zarureti vardýr. Ýki taraf da, diðerindeki, kendi anlamadýðý bir alaný dinleme durumunda kalýrsa iþbirliði olmaz. Ýkinci önemli nokta, disiplinler arasý iliþkileri, ortak çalýþmalar olarak nitelersek, bizde "ortak çalýþma terbiye ve eðitiminin bulunmasý" gerekmektedir. Fert müþterek çalýþmayý öðrenirse, elbette çok güzel sonuçlar alýnýr bu çalýþmalardan. Ben bir misal ile meseleyi açayým: Merhum Profesör Muhammed Tayyib Bey hocamýz, derslerinde öðrencilere, Muhammed Fuad Abdülbâki'nin, "el-Lü'lü'ü ve'l-Mercân" adlý hadis kitabýndan hadisler seçer ve onlarý açýklardý. Bunlar arasýnda "birbirine arazi satan, arazide altýn bulunan satýcý ve alýcýnýn macerasý" da anlatýlýrdý. Alana ve satana ait fedakârlýk örneklerinin görüldüðü bu haberden, diðer hadis kitaplarý da söz eder. Ben vaktiyle Þeyhoðlu isimli bir yazar tarafýndan kaleme alýnýp, Prof. Dr. Zeynep Korkmaz tarafýndan Türkiye'de yayýmlanan bir eserde, ayný olayý, hatýrýmda kaldýðýna göre, "...Horasan'da köylüler arasýnda meydana gelmiþ bir olay" olarak okumuþtum. Ayný olayý, Farsça dersinde öðrencilere, "Niza'-ý furuþende vo Haridar"; alýcýyla satýcýnýn münakaþasý baþlýðýyla okumaktayýz. (Mehmet Kanar, Farsça, s. 98) Þimdi, bir hadisçi, bir Farsça okutan filolog, bir dilbilimci, bunlara katýlan bir sosyolog, bir Ýranolog ortaklaþa çalýþsa, daha güzel sonuçlar elde edilir. Acele ile: "...gördünüz mü, zamanla hikaye hadisleþmiþ, Peygamberimizin aðzýndan sadýr olmuþ bir haber halini almýþ..., bir arka planýný araþtýralým, hadisleþme sürecini irdeleyelim, Kur'an'la bir test edelim..." diyecek olanlara diðerleri, "bunlarýn hiçbiri, Efendimizin bu olayý anlatmadýðýný ispata yetmez. Ama sizin bu meseleyi bu denli geniþ çerçevede ele almanýz, bizi de gayrete getirdi... Meselenin aslý bizce þöyle olabilir, diyebilirler. Bundan sosyolog topluma ve ferde bir þeyler çýkarabilir. Hukukçu bundan faydalanabilir. Ýnsanlar, faziletin ölmediðini, güzel bir haslet olduðunu görüp etkilenebilirler. Ýyi bir mürþid, "nerde... Günümüz insanýnýn böyle bir iþ yapmasý... bu tamamen hayaldir bugün için!..." diyenlere, meseleyi o kadar iyi arzeder ki, fertler, faziletli olurlar, toplumlar dürüstlüðü ön planda tutarlar. Hatta kendi ülkelerinde de bu tür yiðit insanlarýn bulunduðunun örneklerini dinlerler. Hülâsa artýk çalýþmalarýn sayýsýz yararlarý vardýr.
M. Harmancý: Bugün "hadis" öðrenme ve ihtisaslaþma yoluna girmiþ, karar vermiþ gençlere (öðrencilere) öncelikle neler yapmalarýný tavsiye edersiniz?
Bu öðrencilerin, önce Arapça ve Türkçe meselelerini halletmeleri gerekmektedir. Kendi dilini iyi konuþup, anlayýp, yazamayan kiþinin bir baþka dille ilim yapmasý da güçleþir. Arapça, klasik, modern, dinî, din dýþý, deðiþik milletlerin yazdýðý Arapça ve aslen Arap olanlarýn yazdýklarý... vd. mutlaka iyi bir düzeyde öðrenilmesi gerekmektedir. Bunun için yurt dýþýna gitmeye de gerek yoktur. Öðrenci böyle bir imkân bulursa, yüksek tahsil sonrasýnda bu imkândan da yararlanmalýdýr. Bir batý dili, bugünlerde lüzumunu daha da hissettirmektedir. Bunlarýn dýþýnda, ilme yatkýnlýk, sabýrla çalýþabilme ve tarafsýz düþünme kabiliyeti ve insaf da gerekli olan malzemelerdendir. Önce, belirli düzeyde bütün Ýslamî ilimlerin tahsili gerekir. Daha sonra, buna yardýmcý ilimler; özellikle tarih, tarih metodolojisi, sosyoloji, insaný fert ve toplum olarak tanýtan bilimler ve araþtýrma teknikleri bilimi ile, bir aydýn için gerekli donanýma da sahip olmalýdýr. Bunlara sahip bir genç için, alanda çalýþan kýdemlilerle, kendisi gibi yenilerle ve on onbeþ senelik emeði olanlarla mutlaka usta-çýrak tarzýnda çalýþmalý, onlarýn yakýnýnda bulunmalý ve iyi niyetle gayretini sürdürmelidir. Pek tabiidir ki, yüksek lisans, doktora ve sonrasý, bu yolda resmi öðrenim-öðretim için þarttýr. Bu süreç içinde; kolaya talip olur ve emek sarfetmeden, aþýnmadan, çalýþmadan süresini doldurursa, anabilim dalýndaki büyüklerinin sýrtýna basarak yükselir. Yok, zora talip olur, iyi çalýþýr ve anabilim dalýnda, bin dört yüz yýldan bu yana emeði geçenlerin fikrini alýr, ilimlerinden istifade eder, yenilikler katarsa, hem akademik anlamda yükselir ve hem de en önemlisi ilim mensubu olur, âlim olur, fâzýl olur. Özetleyecek olursak, anabilim dalýnýn; meselelerini, önemli þahýslarýný, tarihini, literatürünü, ciddi tarzda tanýyarak, ruhunu yücelterek, kendisi gibi hadisle iþtigal edenlerle sýk irtibat kurak geliþirse, çok farklý bir yapý kazanýr ve Allah da baþarý lutfeder. Tarihçinin, sosyal bilimlerin ve disiplinlerin her türü ile, hatta teknik ve matematik bilimlerle öðrencinin irtibatlý olmalý, bir yerde zaruri, bazan da "olsa iyi olur derecede" gereklidir. Günümüzdeki iletiþim süratinden hadis öðrencisi yararlanmalýdýr. Kendi özel arþivinde, ülkemizdeki ve dünyadaki hadisçilerin terceme-i hallerini bulundurmalý, adreslerine sahip olmalý, onlarla dostluklar, hoca-talebe iliþkileri kurmalý ve gerektiðinde fikirlerini almalýdýr. Bunun için, internet dâhil günümüz imkânlarý onun emrindedir. Mali imkâný olmayanlar bile, bu iþ için açýlmýþ cafe'lerden yararlanabilmektedir. Tabii bu tür çalýþmayý engelleyecek pek çok olumsuz nesne de, öðrencinin karþýsýna çýkacaktýr. Bunlardan birkaçýný zikretmekte fayda vardýr. Bu öðrenci hemen görev alamamaktadýr. Görev alamayýnca bu öðrenim kesilecektir. Hukuk fakültesinden mezun olsa idi; önce görev alacak, sonra da Ankara'da, yolluklu-yevmiyeli, maaþlý olarak, staj adý altýnda öðrenim yapacaktý. Ama Ýlâhiyat Fakültesini bitirdiði için, kendisine teklif edilen bir buçuk yýllýk, tezsiz yüksek lisansý, kendi imkânlarýyla okumak zorundadýr. Bu da mümkün deðildir. Ankara'da onun için, bir yurt ve ilâhiyatçý evi yoktur. Birinci öðrenci hakim evinde, maaþlý, yolluklu, yevmiyeli öðrenimini sürdürecektir. Bunlarýn ikisi de ilim yolcusudur. Yüksek öðrenim sonrasý öðrenimini sürdürme için bizim kurumlarýmýz burs vermektedirler. Bizden mezun olan bir bayanýn, kendisi yüksek lisans yapmaktadýr. Ýki yýl bekledikten sonra görev alabilmiþtir ve sýkýntýda bulunmaktadýr. Ayný öðrencinin söz geliþi eþi veya kardeþi, beþ yüz dolar veren bir kurumda yüksek lisans yapýyor ve kendisine: "Özür dileriz, aslýnda sana verilen bu para yüksek lisans, kitap, araç ve gereci için azdýr ama, kusura bakma. Kurumumuzun gücü bu kadardýr" denilmektedir. Ýþte, "güçsüz yüksek tahsil þartlarý" böyledir. Mutlaka, doktora ve yüksek lisans öðrencilerimize sahip çýkacak, onlarýn tezlerini bastýracak finans sahibi ilim-severlere ihtiyaç vardýr. Bunlar devlet kurumlarý da olabilir, özel sektör de.
M. Harmancý: Hadis ilminin yarýnlarýný nasýl görüyor ve deðerlendiriyorsunuz?
Bu "görme" ve "deðerlendirme", Allah'ýn lutfedeceði ve insanlarýn sebep olacaðý eylemlere ve imkânlara baðlýdýr. Yani olumlu ve iyi görebilmek ve deðerlendirmek mümkün olduðu gibi, olumsuz ve kötü görüp, öyle deðerlendirmek de mümkündür. Bin dört yüz yýllýk birikimi iyi deðerlendirip, imkânlarý ve ihtiyaçlarý ortaya koyarak, geleceðe yönelik iyi bir plan ve program yapýlýr ve uygulanýrsa, Allah da baþarý lutfederse iyilikler olur, geliþme olur, hadis ilmi ve dolayýsýyla Müslümanlar bundan yararlanýr. Yok, yine "geldiði gibi gitsin" dersek, olduðu kadarýyla iþler yürürse, aðýr aksak gidiþin sonucu da iyi olmaz. Bugün, bu iki gidiþi de düþündürecek görünümler bulabiliriz ülkemizde. Bazan bakarýz, ümit verici geliþmeler olmuþtur: "Ýnþaallah iyi þeyler olacak ileride" der, seviniriz. Bazan da bakarýz, olumsuzluklar zuhur etmektedir, o zaman da "bu iþlerin düzeleceði yok" kanaati aðýr basar. Ama, ye'se düþmeyecek kadar ümit besliyor, gücümüzün yettiði, aklýmýzýn erdiði kadar çalýþmaya gayret ediyoruz. Gerçek þu ki, daha iyi haberleþip, daha planlý çalýþabiliriz. Bunu sürükleyecek, kiþiliði, ruh ve akýl yapýsý yüksek hadisçiler var. Fakat kopukluk sürmektedir. Bunun sebebi biraz da, üniversite öðretim üyesinin, çalýþacak vaktinin bulunmayýþý, orta dereceli okullardan daha çok ders yüküne tabi olmalarýdýr. Üniversite kanunu ile öngörülen, sosyal bilimler enstitülerine, bol sayýda kardý verilseydi, 1983 yýlýndan bu yana binlerce araþtýrýcý; yani, ders yükü az, ama araþtýrma ile özel olarak görevli, yetiþmiþ elemanlar elde edilebilirdi. Bu da çeþitli sebeplerle maalesef yapýlamadý.
M. Harmancý: Hadis/sünnet aleyhtarý akýmlara bakýþýnýz nedir?
Bu tespit üzerinde iyi durmak gerekmektedir; gerçekten tarihte ve günümüzde, dünyada ve ülkemizde, hadise/sünnete olumsuz bakanlar var mýdýr? Böyle bir aleyhtarlýk mümkün müdür? Bazý þeyler var ki, olduðunu zannederiz. Aslýnda o, yoktur; hatta olmasý da mümkün deðildir. Hadis ve sünnet deyimleri, ýstýlahlarý, peygamberimizi/Efendimizi akla getirir. Peygamberimiz, 63 yýllýk þerefli bir hayat yaþamýþ ve Allah'ýn verdiði ömrü bittiði için, yine onun huzuruna gitmiþtir. Meseleye bu açýdan baktýðýmýzda, ömründe, herkes gibi konuþan, etrafý ile ilgilenen bir yüce zatýn; elbette sözleri, iþleri, beðendikleri, beðenmedikleri ve kýsaca söylerse açtýðý bir þahrâh/dosdoðru ve geniþ bir cadde vardýr. Hadis ve sünnet aleyhtarlýðý, eðer bunlarý kabul etmek anlamýnda ise, böyle bir þey mümkün deðildir. Kur'an'a inanan Müslümanlar, onun tevemi/ikizi olan; onu açýklayan, onu yaþatan, onu koruyan sünneti ve hadisleri de kabul etmek zorundadýrlar. Þunu diyebiliriz ki, sünnet/hadis aleyhtarlýðý -eðer varsa- Kur'an aleyhtarlýðý anlamýna gelmez mi? "Tek baþýna Kur'an'la yetinme hareketi" þeklinde bir aleyhtarlýk ise kastedilen, bu da kýyýda köþede kalmaða mahkûm; zaman zaman görülen bir rahatsýzlýk türüdür. Aleyhtar olan kiþi, eðer sünneti ve hadisi uzmanlýk derecesinde biliyorsa, mutlaka onda baþka bir üslup problemi vardý, yoksa aleyhtarlýk deðil. Hadisin kendi mensuplarýnda görülen ve aleyhtarlýk gibi tefsir edilen durumlar, aleyhtarlýk deðildir. Temelde iyi niyetli olan, hadisin ve sünnetin, hayatýn her safhasýnda tecellîsini isteyen çalýþmalarda, üslup ve fikir ayrýlýklarý varsa, bunlar iyi niyete ve yapýlabilen küçük hatacýklara baðýþlanmalýdýr. Kötü olan bunlarýn büyütülmesi, ortalýkta bir mesele varmýþ gibi gösterilmesidir. Ülkemizde son yirmi yýlda görülen bir hareket için, uzmanlarýn söyledikleri -ki benim de inancým odur-; "hadisi/sünneti ve problemlerini bilmeyen bu kiþilerin, önce klasiði iyi hazmetmelerinin gereði ve niyet dürüstlüðü kazanmalarýnýn lüzumudur." Hadisçilerde, hem kendi içlerinde, hem de yan bilim dallarýyla diyalog eksikliði vardýr. Televizyon, dergi ve gazetelerde görülenler ise, belirli maksatla, belirli kiþilere has kýlýnmýþ çalýþmalardýr.
M. Harmancý: Geçiþ dönemi diye adlandýrdýðýmýz dönemin ulemasýný bize anlatýr mýsýnýz? Bugünle kýyaslarsak onlarýn ve dönemimizin artýlarýný, eksilerini sýralayabilir misiniz?
Bu tabirle kastedilen, "1900'lü yýllarýn baþýnda veya daha önce öðrenimini tamamlamýþ, Cumhuriyet dönemini de idrak etmiþ âlimler" ise, o dönemin âlimleri, Osmanlý Devlet-i Âliyyesinin, her yönüyle geliþmiþ olan kurumlarýnda okudular. Eski öðrenimin ve modernleþme çabalarýnýn kýsmen etkilerini gördüler. 1950'li yýllarda, seksen yaþýna yakýn olan birçok bilgini biz Konya'da okulumuzda ve þehrimizde gördük. Bunlarýn içinde iyi öðrenim görenler olduðu gibi, görmemiþ olanlarý da vardý. Bu "geçiþ dönemi âlimi" dediðimiz zatlarýn en þanssýz yanlarý; harplerle, kýtlýk ve fakirlikle geçen dönemde dünyaya geldiler. Öðretim hayatlarý, görev hayatlarý uzun yýllar sekteye uðradý. Birçoklarý, meslek dýþý yollarla geçimini temin mecburiyetinde kaldýlar. Onlardan beklenen kalem ürünleri, eðitim öðretim ürünleri istenilen seviyede olamadý. Çünkü, dini öðretim kesildiði gibi, diðer dallarda da, kurumlar deðiþti, kapatýldý, onlar da ticaretle ve ziraatla meþgul oldular. Hatta, Çanakkale gibi büyük savaþlarda; Irak, Filistin, Sina, Yemen harekatlarýnda, Sarýkamýþ'ta ve diðerlerinde, okumuþ onbinlerce memleket evladý þehid oldu. Onlarýn çok üstün yanlarý vardý. Bir kere, kendilerinden önceki her yaþta âlim ile ilim alýþveriþ imkânlarý vardý. Bugünün öðrencisi de, kendisinden önce yolda ilerlemiþ onbinlerce ilim mensubu bulabilir. Ama ellili yýllarda; bizim orta öðrenim dönemlerimizde bu imkân yoktu. Dolayýsýyla bizde; usta-çýrak birlikteliði ile yetiþme ya hiç olmadý veya bazý bölgelerde, az ve deðiþik türde oldu. Bugünün insaný, imkân bakýmýndan dünkünden daha þanslýdýr. Ama dünün insanýnda, yokluðun verdiði azim, kararlýlýk ve baþarýya ulaþma cehdi daha fazla idi.
S. Köse: Günümüz Türkiye'sindeki hadis çalýþmalarýný (örgün ve yaygýn eðitim çalýþmalarý, akademik çalýþmalar ve bilimler toplantýlar açýsýndan) nasýl deðerlendiriyorsunuz?
Örgün çalýþmalar denilince, Ýmam-Hatip liseleriyle, Ýlahiyat fakültelerindeki hadis öðrenimini anlamaktayým. Yaygýn eðitim deyimi bana, camideki hadis öðretimini hatýrlatmaktadýr. Bunun eðitimi de düþünülebilir. Akademik çalýþmalar, fakültelerin sürdürdüðü, sosyal bilimler enstitülerinin üstlendiði çalýþmalardýr. Bilimsel toplantýlar da, özel sektörün, bazan yerel idarelerin, vakýflarýn ve öðretim kurumlarýnýn yaptýðý çalýþmalardýr. Bu sorunun, en geniþ anlamdaki cevabý, bundan birkaç yýl önce, Samsun'da yapýlan bir toplantýda konuþuldu. Ortaya "Hadis Ýlimlerinin Dünü, Bugünü ve Yarýný" adlý bir kitap da çýktý. 1930'lu yýllardan sonra Türkiye'deki hadis öðretimi bir müddet, bütün dinî ilimler gibi durdu. Yaygýn eðitimde görülen tek-tük çalýþma dýþarýda býrakýlacak olursa, Ýstanbul Dâru'l-Fünûn Ýlahiyat Fakültesinin ve illerde Ýmam-Hatip okullarýnýn açýlýþý, konuya biraz canlýlýk getirdi. Ama buralarda da seviye, zamanla düþtü. Diyanete baðlý birkaç yayýn dýþýnda, o kurumun camilerde vaizler vasýtasýyla belki biraz konuya olumlu katkýsý oldu. Derken, son otuz yýlda yüksek dinî öðretim kurumlarýmýzda, hadis/sünnet öðretimi ve eðitimi biraz canlandý. Yaklaþýk, elliyi aþkýn hadis ile ilgilenen, anabilim dalý mensubu yetiþti. Bunun üç katý kadar da, piramidin alt yapýsý tabaný bulunmaktadýr. Büyük imkânsýzlýklar içinde bir þeyler yapýldý, hâlâ da devam etmektedir. Bilimsel toplantýlar tamamen malî yönden bizim beceremediðimiz konulardýr. Ama birileri -sað olsun ön ayak olur da-, toplantýlar yaparsa, orada bir iki gün birkaç dostla görüþüp konuþmak, bizlere çok þey vermektedir. Fakat buralara da kýdemli hocalarýmýz gelmemektedirler. Halbuki, onlarla görüþmek, konuþmak, bizleri ve yeni yetiþenleri olumlu yönde etkileyecek ve bu alana baðlayacaktýr. Kýsaca diyebilirim ki, bazý güzel iþler yapýlsa da; kopukluk sürmektedir. Malî sýkýntýlar vardýr. Büyük bir plana baðlý, ileriye uzanan programlarýmýz bulunmamaktadýr.
S. Köse: Hadislerin anlaþýlmasý konusunda nasýl bir yöntem izlenmeli?
Tarihi dönemde, hadislerin anlaþýlmasý iþi, daha çok fakihten, usûl-i fýkýh âliminden beklenmiþ, onlarýn bu iþi daha yoðun ölçüde yaptýklarý varsayýlmýþtýr. Aslýnda, ayný zamanda fakih olan muhaddisler ve þârihler de, hadisin anlaþýlmasý konusuna emek vermiþlerdir. Onlarýn, hadisin anlaþýlmasý konusundaki çabalarý, kendi zamanlarýna göre iyi idi. Birçok açýdan probleme bakma, her türlü ihtimali düþünme, sýhhatin tespitinde, metodik çaba sarfetme ve nihayet çok etraflý düþünme, onlarda da mevcuttu. Ýçlerinde bu iþi çok iyi baþaranlar olduðu gibi, yapamayanlar da vardý. Yani hadisin anlaþýlmasý ve bu konuya yoðun emek verilmesi, yeni keþfedilmiþ bir ameliye deðildir. Benim düþünebildiðim kadarýyla, hadisçi hadisin kullanýmýna elveriþli olup olmadýðý konusunda, eskilerin tekniðine yeniler ekleyerek görevlerini yapmalý. Hadisi, kendi alanlarýnda kullanacak olanlar da, ondan istifade yolunda alanlarý neyi gerektiriyorsa onu baþarmalýdýr. Ama þu nokta unutulmamalýdýr; hadisler ve sünnet malzemesi, en az kayýpla, uygulamaya konulabilmelidir. Çünkü kaybolacak olan deðer, Efendimizin bizlere armaðaný olan hususlardýr. Lalettayin bir kiþinin sözü ve iþi deðildir. Son zamanlarda hadisin anlaþýlmasý ve yorumlanmasý amaçlý doktora çalýþmalarý yapýldý. Belki mesele biraz mübalaðalý ve üslûp farklarýyla ele alýndý ama, Dr. Mehmet Görmez'in, Sünnet ve Hadisin Anlaþýlmasý ve Yorumlanmasýnda Metodoloji Sorunu adlý tezi, Dr. M. Emin Özafþar'ýn Hadisi Yeniden Düþünmek adlý doktora çalýþmasý ve nihayet, Dr. Bünyamin Erul'un Sahabenin Sünnet Anlayýþý adlý doktora tezi, bu problem üzerinde, belirli bir yoðunluðun ürünleridir. Bu çalýþmalar daha da ileri gidecek, belki de "anlaþýlmýþ, doðruluðu tespit edilmiþ, arka planý, tarihselliði tartýþýlmýþ, Kur'an'la özellikle de akýlla test edilmiþ hadisler külliyatý, bunlarý izleyecektir." O zaman, sünneti yaþamak isteyen mütemessik, daha iyi imkânlara kavuþacaktýr. Diðer Ýlahiyat fakültelerimizin yaptýrdýðý doktora çalýþmalarý; ahlâktan zühde, tasavvuftan sosyal hayatýn her safhasýna kadar, insanýmýza Peygamberimizin hedyini, açtýðý ana caddeyi tanýtacaktýr. Bir sosyolog, bir antropolog, bir etnik bilimci, bir felsefeci ve bir tarihçi, bir eðitimci... vd., kendisine hadisçi tarafýndan saðlam malzeme verildiði takdirde, ondan bizim beklemediðimiz anlamlar çýkaracak ve faydalanacaktýr. Elverir ki, "o malzemenin Peygamberimize aidiyyetinde bizler görevimizi yapalým." Tefsir, fýkýh, akaid, Ýslam tarihi, siyer, ahlâk-zühd ve benzeri alanlardan tutunuz, malî konular, toplum hayatý, aile düzeni, ferdî iliþkiler, komþuluk, dünya insanlýðýyla olan münasebetlere varýncaya kadar, her yerde hadisin iyi anlaþýlmalý, elbette bilim ve toplum hayatýna faydalý olacaktýr. Ama þurasý unutulmamalý: hadisi iyi anlamak, þöyle veya böyle çalýþmalar ve metotlarda, onu yok etmek ve yürürlükten kaldýrmak hiç deðildir. Hadisi anlamak, tefsir edebilmek, büyük sorumluluk yüklenerek, Müslüman topluma, peygamberlerinden kalan irþad malzemesinin sunulmasýnda aracýlýk etmektedir. Bu da þerefli bir iþ olsa gerektir.
S. Köse: Sünnetin toplumsal hayatta yaþanmasý noktasýndaki eksiklikler nelerdir? Sünnetin hayatýmýza hâkim olabilmesi için ne tür çalýþmalar yapýlmalýdýr?
Müslüman toplumlara tarih b oyunca gözlenen sosyal bir olgu vardýr; halkýn tamamý, dinî ilimleri öðrenememektedir. Çok sýð dinî bilgi ile yaþayan Müslüman toplumu, din bilginleri, ahlâk mürþitleri, onlarýn ruh dünyalarýna etki eden kimseler yönlendirmiþlerdir. Eðer bu kiþiler, sünneti/hadisleri iyi biliyorsa, sünnet toplumsal hayatta mümkün mertebe yaþanmýþtýr. Yok bilmiyorlarsa, toplum bilgisiz kalmýþ, an'ane halindeki hayat sürüp gitmiþtir. Bu bakýmdan, bende hâsýl olan kanaat þudur: Halký, haklý veya haksýz yere; ehliyetli veya ehliyetsiz, din hayatýnda etkileyen kimseler, önce onlarýn sünnetle tanýþtýrýlmasý/onlara hadis ve sünnet bilgisinin, daha açýk bir söyleyiþle, Muhammed aleyhisselamýn ve yolunun tanýtýlmasý gerekmektedir. Bu da çok zordur. Çünkü onlar ne kendileri böyle bir çalýþmaya girerler, ne de kendilerinin sünnet olarak bildiklerinin dýþýna çýkarlar. Ýlmiyle, ahlâkýyla, rûhî yüceliðiyle, topluma etki edebilmiþ bir kiþi, eðer hadisleri, toplumun amelî hayatýna sokmayý isterse, bir nispet dâhilinde bu gerçekleþebilir. Ama yine de ortada büyük güçlükler mevcuttur. Çünkü, görebildiðimiz kadarýyla; ticari ve sosyal hayatýna, Ýslam'ýn hükümlerini sokmaða herkes istekli olmamaktadýr. Tacir bir müslümanla þöyle bir konuþma yaptýðýmý hatýrlarým. O günlerde, televizyonlarda birisi, hiç de bilgisi olmadýðý halde sünnet/hadisler üzerinde olumsuz konuþuyordu. Bana tacir olan zat þunlarý söyledi: "Bu adama cevap vermelisiniz, doðru söylemelisiniz." Ben, birkaç kiþinin yine televizyonlarda güzel þeyler söylediðini, Ýstanbul-Ankara dýþýnda, televizyonlarýn, baþka illerden kimseleri konuþturmadýklarýný... ifade ettim. Þöyle bitirdim sözümü: "Bunlara inanmayýn. Bildiklerinizle amel ediniz kâfî." Bana dedi ki o zat: "Kafamýzý karýþtýrýyor." Ben de kafalarýnýn karýþmamasý gerektiðini, âlimlerin, onlarýn üzerinde etkili olmadýðýný belirttim ve dedim ki: "Faraza, ben Ýslam'da ticaret yoktur, aman çarþýdan evlerinize çekilin, buna ihtiyaç vardýr" desem, sözüme inanýr mýsýnýz?" "Ýnanmayýz, doðru da olsa inanmayýz," diyen tacire, "iþte bu yakýcý sözlere de öylece inanmayýn" dedim. Eðer, kesin bilgiler olsa veya ötekinin sözüne inandýðý gibi, benimkine de inansa, o zaman durum deðiþir. "Kafamý karýþtýrýyor" dediði nokta, aslýnda insanýn tabiatýna iyi gelen anlamda karýþtýrýyor demektir. Çünkü, verilen bilgiler, onlarýn yüklerini sýrtlarýndan indirmekte, sorumluluklarý azaltmaktadýr. Ýnsanýn da tabiatýna bu hoþ gelir. Fakat bir de endiþe beyaný zorunluluðu duymakta ve bizlerin konuþmasýný istemektedir. Sünnetin amele dönüþmesi için; gerçek bilgi, devamlý olmak suretiyle halký doyurmak ve onlara eðitici sünnet/hadis bilgileri vermek tek yoldur. Camii, ev, iþ yerleri ve topyekun hayatýn her safhasý, ortak bir eðitim için iþbirliði yapar ve meselenin yönetimini de ilmin ve iyi örneðin eline verirse, Allah da tevfîk lutfederse, söylediðiniz gerçekleþebilir. Anne ve babasýnýn, yetiþmekte olan çocuða vereceði ilk sünnet/hadis bilgileri ve uygulamalarý, mutlaka iyi bir temel için zaruridir. Söz geliþi Allah'a duayý, insanlara teþekkürü, dürüstlüðü, çevre ile uyumlu yaþamayý sünnetten öðrenen anne-baba, evladýna bunlarý aktarýr ve kendisi de örnek olarak onun gözü önünde yaþarsa hadisin amele dönüþümü daha da kolaylaþýr. Buna okul katkýda bulunursa, hayatýn diðer kurumlarý ve safhalarý, kötü örnek olmazsa, fert elbette sünneti yaþamýþ olacaktýr.
S. Köse: Ýtikâdî konularda hadislerin deðeri nedir?
Bu soru Peygamberimize çok yakýn dönemlerde sorulmuþ, fakat daha farklý olarak gündeme gelmiþtir. Peygamberimizin sözlerini anlamýnda dar çerçevede ýstýlahý ele alýrsak, en az iki nokta önem kazanmaktadýr: Ýtikâdî konular nelerdir? Deðerlendirmede neler ölçü olarak alýnacaktýr? Vaktiyle haberler, þöhretlerinin yaygýnlýðýna göre bölümlenmiþ ve mütevatir haberlerle âhâdýn haberleri taksimi ortaya çýkmýþ. Daha sonra buna bir de meþhur (müstefiz) eklenmiþ. Þöhreti en az olan haberu'l-vâhidin, itikatta deðeri tartýþýlmýþ; çoðunluk bunlarý itikatta kabul etmediðini söylemiþ, Ahmed b. Muhammed b. Hanbel gibi, ayný zamanda, hem hadisçi, hem fakih, hem de akaidi bilen âlimler, sýhhati þart koþarak, ahbar-ý âhâdý da itikatta, ferdin görüþünden üstün tutan bir yere oturtmuþ, kabul etmiþtir. Reddedenler, eðer darda kalýp böyle bir hadisi kullanmak mecburiyetiyle baþ baþa olmuþlarsa: "mütevatir diyerek" kullanmýþlardýr. Böylece ortaya, "deðerlendirmede izâfîlik" çýkmýþtýr. Bana öyle geliyor ki, birileri önce "akaid umdelerini bir listelemelidir." Bunu kim yapacak? Kelamcý mý? Tevhid âlimi mi? Akaidci mi? Din Felsefecisi mi? Veya hepsi bir araya gelip, baþkalarýna da yardýma çaðýrýp mý? Bu iþ bittikten sonra, o umdelerin kaynaðý durumunda olan hadisler aranacak, geçerlilikleri, sýhhatleri, kullanýma elveriþlilikleri tespit olunacak, sonra da duruma bakýlacak. Veya bu iþin tam aksi yapýlacak, inanca taalluk eden konularda, Efendimiz'in sahih sözleri listelenecek ve ortaya akaid umdeleri çýkacak. Mesele de böylece halledilecek. Bunlarýn hiçbiri yapýlmazsa, yine kör düðüþü sürecek: bazýlarý, "hadisler akaidde delil olmaz" derken, bazý uzmanlar da "niçin olmasýn, bal gibi olur" diyecekler ve doðruyu söylemiþ olacaklardýr. Efendimiz'in sözü, eðer saðlam yollarla gelmiþ, âlime kesin kanaat bahþetmiþ ise, o takdirde ilim adamý ilmini onun üzerine bina edecektir. Böylece, akaid konularýnda hadis, birinci dereceden kaynak olacaktýr. Burada Kur'an'ýn, ayný konuyu iþlemesine artýk bakýlmaz. Yok, saðlam malzeme yok ise, Kur'an-ý azimüþþan da o konuya temas etmemiþse, öyle bir akaid umdesi mevcut deðildir anlamýna geleceði için, meselenin üzerinde durmak yararlý olmayacaktýr. Bilginlerin eserinde, bir delile dayanmadan veya halk dilinde burhansýz olarak, akaid konusu zannedilen meselelere gelince, onlarýn hadislerde ve Kur'an'da kaynaðý yoksa, akaid umdesi olmasý da mümkün deðildir. Sahabe dâhil, âlimlerin ve mü'minlerin, dine ek olarak bir inanç umdesi belirlemesi, her zaman tartýþma konusu olur ve savunulmasý da hayli güçtür bu konunun.
S. Köse: Hadislere yaklaþýmda gelenekçi ve modernist diye adlandýrýlan yöntemleri nasýl deðerlendiriyorsunuz?
Bu terimlerin yerli veya yabancý kökenli olduðunu bilemiyorum. Türkiye'de ilkin hangi eserlerde ve münakaþalarda kullanýldýðý hakkýnda bilgi sahibiyim. Orada mevcut atýflardan anlaþýldýðýna göre, Batýda ve Ýslam dünyasýnda da bu ýstýlahlar kullanýlmaktadýr. Yeni olduklarý için, çerçeveleri ile muhtevalarý da tam oturmamýþtýr. Bunlarýn yanýnda, yaklaþýk yirmi kadar ýstýlah daha vardýr. Onlar da birlikte, bu nevi araþtýrma ve münakaþalarda görülmektedir. Mesela, "Þekli benzeme, zahirî yaklaþým" gibi terkipler de bu nevi terimlerdir. Sahabenin Efendimize ittibalarýnýn bir bölümü için kullanýlmaktadýr. Kendi içinde tenakuzlu olan bu tespitlerde; bir bölüm yüce sahabinin, sadece Efendimize olan sevgileri sebebiyle, meselenin rûhuna nüfûz etmeden, sadece dýþa baðlý olarak onu taklid ve temessül etmeleri için kullanýlmaktadýr. Bol misalle anlatýlan bu konulardaki terimler, bana biraz ihtiyatsýz gelmektedir. Nedense ben, en az fakih olan sahabenin, Efendimize ittibaý için; "zahirî benzeme, þekli benzeme" gibi terkipleri aðýr bulmaktayým. Görüþüm yanlýþ da olabilir. Gelenekçi ile kastedilen; seleften beri hadisleri, ana hedefleri itibariyle deðil de, sadece rivayet açýsýndan inceleme usûlüne verilen bir anlamdýr. "Gelenekçi sýðdýr, tenkide dayanmaz, selefe körükörüne baðlýdýr. Modern çaðýn güzelliklerini, hadis anabilim dalýnýn meselelerinde kullanamaz..." gibi deðerlendirmeler. Modernist deyimi daha da farklýdýr. Çünkü, sosyolojide, felsefede, sanatta, edebiyatta ve diðer pek çok bilimde ve disiplinde kullanýlýr. Ýslamiyatta ise; daha çaðdaþ ve serbest düþünen ilim adamýna bu sýfat söylenmektedir. Bu tür yönelimlerin, gerek Batý din araþtýrmalarýndan Ýslam araþtýrmalarýna uyanmasý, gerekse fikrî ve hümaniter bilimlerin, hadisle yoðrularak, yeni sonuçlara varýlmasý elbette yeni oluþumlardýr. Bunlarýn üzerinden zaman geçecek, bunlar nitelik kazanacak, dayanabilirse yaþayacak, dayanamazsa yenilerine yerlerini terk edecek. Ama her hal ve kârda, düþünenler, çaba sarfedenler, korkulacak kiþiler deðildir. Hatalar her insan için söz konusudur.
S. Köse: Sünnetin yerelliði ve evrenselliði nelerdir?
Doðrusu bu konuda bilgim çok azdýr. Birçok yazýlar okuduðumu hatýrlarým. Anlayabildiðim kadarýyla ayný þeyleri Kur'an için de düþünen ve iddia eden kimseler mevcuttur. Sünnetin kendisinin mahiyeti kavgalý hale getirilmekte ve ne olduðu üzerinde deðiþik fikirler ortaya atýlmaktadýr. En saðlam anlamda Peygamberimizden bize kalan söz, yaþayýþ biçimi, Ýslamî deðerler..., acaba o günkü Hicaz toplumuna ait deðerler midir? Yoksa bütün dünyaya hitap edecek vasýfta evrensel deðerler midir, þeklinde mesele özetlenebilir. Daha farklý anlayýþlar da ayný çerçeve içinde mütalaa olunmaktadýr. Bunu daha yumuþak söyleyenler de mevcuttur. Yani, Efendimiz'den gelen malzemenin hiç olmazsa bir bölümünü bu nitelikte gören bir cereyan. Öyle zannediyorum ki, klasik dönemde, sünnetin hüdâ ve zevâid tarzýndaki bölümlenmesinin biraz daha farklý tezahürü, günümüze has bir çalýþma biçimi bu. Bunu ortaya atanlar, niyetleri ve hedefleri hakkýnda doðrusu þu anda hazýr ve saðlam bilgi sahibi deðilim. Hemen niyetlerini kötü görmek ve onlarýn sünneti ilga fikrine sahip olacak nitelemek gibi bir düþünceyi de acele verilmiþ bir hüküm olarak görürüm. Niyetleri dürüst olduðu takdirde, gerek klasik ve gerekse günümüz dünyasýnda, metod farklýlýðý yüzünden, hadise ve sünnete zarar verenleri maruz görmekteyim. Ama onlarýn mutlaka sünneti/hadisi bilmelerini temel olarak kabul etmekteyim. Hadisi/sünneti bilmeyen, niyeti iyi de olsa, köyü de olsa, kendisinin ehli olmadýðý bir konuda lüzumsuz iþlere uðraþýyor demektir. Zaten bilmediði bir alanda, Allah ona sorumluluk da yüklemez. Alaný öðrenmesi onun görevi olsa gerektir. Benim kanaatim: Ehliyetle tespit etmek þartýyla, sahih sünnet -ki bunlar insanlýðýn ortak deðerleri olacak karakterde olabilmektedir- Efendimiz'den her ne sadýr olmuþ ise, ona baðlý olanlarý ve olmayanlarý mutlaka olumlu anlamda etkiler. Ýnsanlar ondan faydalanýrlar. Yeter ki ilim sahipleri, iyi niyetle yardýmcý olanlar: Çaðlara, insanlara güzel anlatsýnlar.
S. Köse: Tasavvuf-Hadis iliþkisi konusundaki düþüncelerinizi alabilir miyiz?
Peygamberimizin risalet görevinin büyük bir bölümü, insanlarýn ahlak ve ruh hayatlarý bakýmýndan eðitilmeleridir. Diyebiliriz ki, Efendimizin risaleti, eðitimciliði, büyük devlet yönetici vasfý, rahmet peygamberi bir kumandan oluþu yanýnda, dünyayý gerektiðinde, Allah adýna ve dinî hayat lehine zâhidane bir þekilde kabulü, onun madde-mânâ dengesindeki baþarýsýný gösteren bir vasfýdýr. Efendimizde zühd, Efendimizde ruhânî hayat, hep bu madde-mânâ, ruh ve cisim dengesi içinde mütalaa edilmelidir. Hadisçileri, Peygamberimizi bazý yönleriyle ilgi alaný olarak kabul ettiklerine göre, zarurî olarak onun zühdü ve ruhanî hayatý da, ahlâk çerçevemizi oluþturan âmiller arasýnda yer alacaktýr. Adý ister tasavvuf olsun, isterse kulluk ve zühd olsun, Müslüman âlimlerin Rabbânî taraflarý da bulunacaktýr. Kaba bir þekilde zâhir-bâtýn ayrýmýnýn, toplumda birçok hicrana sebep olduðu yaþlý dünya hayatýnda, Türkiye'de bu nokta iyi görüldü ki, Prof. Dr. Abdullah Aydýnlý, Yrd. Doç. Dr. Ali Vasfi Kurt gibi ilim mensuplarý mesele üzerinde çalýþtýlar. Fakültemizde çok daha önce Prof. Dr. Bilal Saklan, Mekkî b. Ebî Tâlib, Ebu Bekr Gülâbâdî gibi sûfi yazarlarýn, hadis aðýrlýklý eserleri üzerinde çalýþtý. Þimdilerde doktorasý biten Seyit Avcý ve yakýnda bitecek olan Muhittin Uysal da, yine Hadis-Tasavvuf iliþkilerine emek veren ilim mensuplarý olmuþtur. Seyit Avcý, Bursalý Ýsmail Hakký Efendiyi hadis ilimleri açýsýndan incelemiþ, Muhittin Uysal ise, Tasavvufa kaynak olarak tanýnan hadisler üzerindeki çalýþmasýyla alana katkýda bulunmuþtur. Bütün bunlardan beklediðimiz bir nokta vardýr: Ferdin ve toplumun ruh ve ahlâk dünyalarýna, daha saðlam malzemenin yön vermesi, Tasavvufa sünnet girerse, kötü mü olur? Hedef budur. Bu eski bir âdettir. Sûfî hadisçiler gibi, hadisçi sûfîler de vâkýa olarak dünyada yaþamýþ, günümüzde de ve gelecekte de yaþayacaktýr. Dr. Bilal Saklan bize, yüze yakýn hadisçi, ama tasavvufa alâkalý zat ile; tasavvuf ehli, ama hadise hizmeti þiâr edinen, tarihe mâl olmuþ ilim ve ahlâk mensubunu tanýttý. Eserinin birilerinin himmetini beklediðini, basýlmaya hazýr olduðunu ifade etmeliyim. Ýmam-Hatip nesli, vaktiyle böyle bir ruhânî hayat çatýsý altýnda; kendisine özel bir yapýda toparlansa idi, "kapanýn elinde kalmazdý." Bu çalýþmalar iki yönden fayda verecektir inþaallah. Hadisçiye ruhânî hayat ilgisi kazandýracak. Onu tekâmül ettirecek, geliþtirip güzelleþtirecek. Tasavvuf dünyasýna Sünnet-i Seniyye-i Muhammediyeyi sokacak. Allah baþarý lutfederse bu da az mazhariyet deðildir ha!..
S. Köse: Tahkikli neþir faaliyetleri konusunda neler söylersiniz?
Rahmetli hocam Muhammed Tayyib Okiç'in, Ankara'ya baðlý yâdigarlardan Prof. Dr. Talat Koçyiðit, Prof. Dr. Mehmet S. Hatiboðlu ve onlarýn mesai arkadaþlarý, bizlerin; Ýmam-Hatip neslinin yetiþmesinde, meþkûr mesâileri olan âlimlerdir. Tahkikli eser neþrinin en güzel örneðini Dr. Hatiboðlu'nda gördük. "Ýslam kitabiyyatýnýn envanterinin yapýlmadan, dinî konularda son sözü söylemenin güçlüðünü, selefin eserlerine hayranlýkla beraber, onlarýn zelle ve hatalarýný, gerektiðinde aflarýna sýðýnarak iþaret edebini" de ondan öðrendik. Ama gönlümüz isterdi ki, Ankara'daki bir "Yazma ve Kültür Eserleri Tahkik Merkezi", bugün kýrk yaþýna bassaydý, dal-budak salsaydý. Ülke ilmini, ecdad yâdigarlarýný, yazma hallerinden kurtararak, insanlýða sunabilseydik. Ýnanýyorum ki bunlar, yine onlarýn himmet ve teþvikleriyle bugün olmazsa, yarýn olacaktýr. Ramhormüzi'nin el-Muhaddisu'l-Fâsýlý'ný neþre hazýrlamak için, üzerinde bir yýl çalýþmýþ iken, Dr. Acâc el-Hatib'in yayýnýný görmüþ, Hadiste Nasih-Mensuh üzerine yönelmiþtim. Ýbn Þâhin'in en-Nâsih ve'l-Mensûh'unu, Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý bastýracak zannýyla yayýna hazýrlamýþtým. Önümüzde de Þerefu Ashabi'l-Hadis gibi güzel ve mükemmel baþarýlmýþ bir örnek de vardý. Amman'da, Þuayb el-Arnavut ve öðrencilerinin tahkik merkezini bir saat kadar gezebildik. Otuz beþ seneden bu yana yapýlan çalýþmalarý duyduk. Bazý eserleri gördü. Her çalýþmanýn eksiði olabilir. Ama, bir kurumun 35 yýl ayný hizmeti sürdürmesi tebrike þayan bir husustur. Konya'da böyle bir hizmete bismillah dedik. Paramýz yok, imkânýmýz yok. Ama iyi niyetimiz ve arkadan gelecek genç kadromuz mevcut. Türkiye'nin elli seneye yakýn bir tahkik an'anesi de vardýr. Ýstanbul ve Ankara Üniversitelerinin deðerli çalýþmalarý elimizdedir. Prof. Dr. Hatiboðlu'nun, tecrübelerini -Allah nasib eder Konya'ya taþýrsak-, istidatlý genç arkadaþlar da meseleye omuz verirse, mevcutlara göre daha farklý hizmetler burada verilecek; özellikle Türk-Ýslam kitabiyyatýnýn, Osmanlý Türkçesiyle yazýlý eserlerin de tahkiklerine zaman ayrýlabilecektir. Halen üç elemanýmýz Amman'da, söz konusu âlimin ilgisi ile, tahkike yönelmiþ bulunmaktadýr. Ýki hadis asistaný ve bir yüksek lisans öðrencimiz dil problemlerinin halli yanýnda, metin ve kültür tahkiki tekniklerini de uygulamalý olarak göreceklerdir. Ayrýca bu gençlerden ikisi, Ýbranca öðrenimine de baþlamýþtýr. Allah baþarý verirse bu elemanlarýn sayýsý artarsa, tahkikli neþir, ecdadýmýzýn yazma halindeki Türkçe eserlerindeki yayýmlana; bir tür kültür envanterimize katký, inþaallah faydalý olacaktýr.
H. Uysal: Osman Ergin'in "Türkiye Maarif Tarihi" ve Ý. H. Uzunçarþýlý'nýn "Osmanlý Devletinin Ýlmiyye Teþkilatý" adlý eserlerinde, Fatih döneminde medrese prohramýna Þerh-i Mevâkýf ve Hâþiye-i Tecrîd dersleri konulduðu, ayrýca ilk kez aklî ve naklî ilimler tasnifi yapýlacak medreselerde her ikisine de yer verildiði, Kanunî döneminde ise Fatih'in Sahn-ý Semân medreselerinde olmayan yeni ihtisas bölümleri açýldýðý, Týp, Riyaziye fakülteleri ile en yüksek kýsým olan Dâru'l-Hadis medreselerinin kurulduðu belirtilmektedir. Ancak medreselerin gerilediði dönemlerde anýlan derslerin "felsefiyâttýr" denilerek gereksiz sayýldýðý ve yerlerine Hidâye ve Ekmel dersleri konulduðu ifade edilmektedir. Ayrýca Mübabat Kütükoðlu'nun Tarih Enstitüsü Dergisi'nde Ýstanbul medreseleriyle ilgili bir makalesinde de, "16. yy.'da medreselerde riyaziye ve tabii ilimlerin terkinden sonra, 18. yy. sonlarýndan itibaren tefsir ve hadis tedrisi de ihmale uðramýþtýr" denilmektedir. Siz, günümüzle de paralellik kurarak, anýlan yaklaþýmlarý nasýl deðerlendiriyorsunuz?
Türkiye Eðitim Tarihi ve Ýslam Ýlimler Tarihi, ayrý ayrý ihtisas alanlardýr. Bu alanlarda, Türkiye'de bol sayýda uzmanýn bulunduðu da söylenemez. Ýkinci bir önemli nokta; yeni kurulan devletin politikasý gereði, 1920'li yýllardan günümüze kadar, varsa eðer alanýn elemanlarýnýn, tarafsýz deðerlendirme yaptýklarý da þüphelidir. Bütün kurumlarda olduðu gibi, ilim hayatýnda da, Osmanlý dönemlerini, özellikle de Cumhuriyete yakýn dönemleri kötülemek modadýr. Ama artýk Osmanlý ve devleti, hanedanýyla birlikte dýþlandýðý dönem, bir asra yaklaþmýþtýr. Dolayýsýyla, nefrete gerek bulunmamaktadýr. Bizim kurumlarýmýzýn, tarihleri otuz-kýrk yýllýk deðildir. Eskiyi kötülemek, bizim onlara mensûbiyetimizi ortadan kaldýrmaz. Bunlarý þunun için söylemekteyim, bu kötülemeler sebebiyle, en çok üzerinde durulan husus, Osmanlý ilim dünyasýnýn teknik bilimle ve sanatlara gereken ilgiyi göstermediði þeklindedir. Bunlar tamamen yanlýþtýr. Hayatýn her safhasýnda kendisine gereken tekniði, üretmiþ ve uygulamýþ olan Osmanlý için, Cumhuriyet dönemini yüceltme adýna, hikâyeler uydurarak kötülemek, gerçek ilim tarihi adýna olumsuz bir tutumdur. Temmuzun ilk günlerinde, bir özel kanalda seyrettiðim, ilimler tarihine ait tarafsýz bir belgesel, dünya astronomi tarihini anlatýyordu. Dizinin büyük bir bölümünde konu, "Ýstanbul Rasathanesi" idi. Burada, Takiyyüddin isimli bir bilginden, rasathaneden ve onun geliþtirdiði, dünya üniversite ve rasathanelerinde kullanýlan araç-gereçten söz edildi. Göðsümüzü kabartan, yanlýþlarý düzelten bir programdý bu. Ben inanýyorum ki, ilimler tarihinde yapýlacak alan araþtýrmalarý, Osmanlý dönemi devletimizin, teknik, matematik, biyolojik ve kimyasal alanlarda da, üreten ve ihtiyaçlarýný gideren bir yapýya sahipti. Medrese ile alay edilir. O medresenin ilim ve tekniði ile ülke sýnýrlarý geniþledi. Dünyaya insanlýk, ahlak ve adalet götürüldü. Günümüz öðretim kurumlarýnýn, dünyaya verdikleri ne ise, bunlar eski dönem ile karþýlaþtýrýlabilir. O zaman ilim adýna gerçek deðerler ortaya çýkar. Bugün, askerlik yaþý gelen öðrencinin, otomatik olarak tecili yapýlýr. Kurumlar yýlda iki kez bu iþlemi yapar. Dün, alay konusu olan medresede bu iþ; askerî kurumlardan gelen bilim adamlarýnýn, özel sýnavlarý sonu belirlenir; tecile hak kazananlar tecil edilir, baþarýsýzlar da Topkapý askerlik dairesinde orduya alýnýrlardý. "Matbaa þu kadar yüzyýl sonra geldi" gibi, ham çýkýþlarla o dönemin bilim hayatý deðerlendirilemez. Ayný ölçüleri bugünün aydýnýna uygulayalým. Onlarýn "istemezük"lerinin boyutunu âdilce ortaya koyalým. Medrese, gerektiðinde kendisini yenilemiþ, programlarýný geliþtirmiþtir. Hatalar olabilir. Bugün, ülke çapýnda görülen "siyasal çalýþmalarý ön planda tutan zihniyete ne demelidir?" Konya'da, YÖK baþkanýna, "TÜBÝTAK" gibi, fikrî ilimlerin, tarih, felsefe ve din bilimlerinin bir kurumu olacak mý?" sorusunu sordum. "Ülkemizde fikrî ilimler alanýndaki ürünler, dünya standartlarýna uygun olduðu halde, devlet bu yöne hiç eðilmemektedir" dedim, sebebini sordum. "Ýstatistikler öyle demiyor ama" cevabýný aldým. Söz geliþi, yüz sene sonra, ülkede sözel aðýrlýklý çalýþmalar hýz kazanýp, dünya çapýnda baþarý, sözel ile sayýsalýn izdivacýndan elde edilse, bu geçmiþ hatalý dönem ciddi þekilde eleþtirilecek midir? Hiç zannetmiyorum. Deðerlendirmelerde insaflý olmak, hem ölenlere, hem sað olanlara saygý demektir. Eðer tarihte, hadis ilimleri aleyhine bir kayma olmuþsa, bugün bu telafi edilebilir. Önce uzmanlýða deðer vermek, sonra da, piyasaya özel olarak atýlan, alaný bilmeyen yüksek konuþanlarý, insafa davetle iþe baþlamak gerektir. Herkes edepli olmalý. Bilmediðimiz alanla ilgilenmemeliyiz. Öðrenmek için ilgilenmeliyiz. Tamamen uzmanlýk alaný olan konularý, milletin önüne getirip, "Ya! Ýþte bunu sadece ben bilirim!" bezirgânlýðýndan kurtulmalýyýz. Bu, fertlere düþtüðü kadar, devlete de düþen, bir ilme hürmet eylemidir.
H. Uysal: Emin Bey'in "Tarihçe-i Tarîk-i Tedrîs" belirttiði þekliyle klasik on iki dereceli medrese sisteminde son kademe Dâru'l-Hadis'lerdir. Siz bir hadis tarihi yazarý olarak bu durumu Osmanlý dönemi hadis edebiyatý tarihi açýsýndan nasýl deðerlendiriyorsunuz? Ayrýca anýlan durumla, Osmanlý dönemi hadis kitâbiyyatýnýn da oldukça zayýf olduðu yönündeki yaklaþýmlarý baðdaþtýrmak mümkün müdür?
Prof. Mehmet S. Hatiboðlu beyin, zaman zaman yazdýðý bir tespiti vardýr. Ayný cümlelerle olmasa bile onun görüþü þöyledir: "Ülkemizin ilim ürünleri henüz saðlam bir envantere kavuþmamýþtýr." Bu tespit çok doðrudur. Türk insaný, Arapça ve Farsça ile çok az yazmýþtýr. Dolayýsýyla, onun az sayýdaki kitaplarý Ýslam dünyasýnda þöhret bulmuþ, ama Türkçe yazdýklarý, eðer basýlý deðilse kütüphanelerde kalmýþ, sadece uzmanlara hitap edebilmiþtir. Bu noktadan hareket edersek þunlarý söylemek mümkündür: Ülkemizdeki ve bütün Osmanlý mülkündeki Dâru'l-Hadis sayýlarý henüz saðlam olarak tespit olunmamýþtýr. Bunlarýn birçoðu yýkýlýp gitmiþtir. Fas'tan Ýran sýnýrýna, Kýrým'dan Yemen'e kadar on milyon kilometrekarelik bir mülkte, Dâru'l-Hadislerin önce tespiti gerekir. Sonra, Anadolu ve Rumeli'ye has olanlar araþtýrýlýr. Bunlar, Evliya Çelebi'nin verdiði sayýlar esas alýnýrsa pek çoktur. Ama onun mübalaða ettiði de düþünülmektedir. Sözgeliþi Konya'da bugün ayakta olan bir tek Ýnceminareli Dâru'l-Hadis vardýr. Þer'iyye sicillerinde en az iki dâru'l-hadis daha geçer. Vakfiyeler ve þer'iyye sicillerinin yardýmýyla, onlarýn iþleyiþ tarzlarý; gelirleri, giderleri, iþletme yöntemi belirlenmelidir. Bugünün hadisçileri böyle diri mevzular yerine fantastik konularla iþtigal etmektedir. Gerek ilim tarihçisi, dil bilen hadisçiler için bu alan henüz bâkirdir. Uzun ve yorucu bir mesâi gerekmektedir. Daðýnýk malzemenin, yýllar boyu sabýrla dip-köþe aranmasý lazýmdýr. Bu ise, akademik kademeleri bir an önce týrmanma isteðindeki gençlere cazip gelmektedir. Bir zamanlar, el-Bidâye ve'n-Nihâye'deki eðitimle ilgili anekdotlara, þahýslara, kitaplara, kurumlara merak sardým, satýr satýr bilgi aradým. Çok hoþ bilgi kýrýntýlarý buldum. Ama bunlarýn itmamý için yýllar gerekmekteydi. Baþka iþler çýktý, onlarý boþladým. Böylesine sabýrlý bir araþtýrma, özellikle alanýmýzýn dýþýndaki eserlerde yapýlacak bir tarama, hadis tarihine çok geniþ bilgiler getirecektir. Dâru'l-Hadis müderrisliði kadrolarý, âlimi Anadolu kazaskerliðine, oradan Rumeli kazaskerliði, oradan da Þeyhülislamlýk makamýna götürürdü. Bunun bir de alt kademeleri vardý. Sühte, muid, yirmili, kýrklý, altmýþlý... medreselerde hocalýk yaparak baþarý gösterenler, kadrolarýn en üst kademesine kadar gidebilirlerdi. Çok büyük coðrafyadaki uzun yýllar, Osmanlý dönemi olarak kabul edersek, Arap, Türk birçok yazarýn eserini bizim dönemimiz içinde deðerlendirirsek, çok fazla sayýda eser meydana çýkar ve "azlýk iddialarý" çürütülmüþ olur. Ama sadece Osmanlý mülkü tabiri ile, Anadolu ve Rumeli kastedilirse, kütüphaneler neler verecek bilmemekle beraber, böyle bir önyargýnýn da varlýðýný bilmekteyiz. Þekâik en-Nûmaniyye türü envanter eserlerde, Keþf ez-Zünûn'da, Bursalý Tahir beyde, hadis kitaplarýnýn takibi, belki de bu fikri biraz deðiþtirecektir. Ama asýl gerçek sonuç, bütün kütüphanelerimizin iyi bir hadis dökümünün yapýlmasýyla ortaya çýkacaktýr. Bu da deðerli ve teþvik edici bir çalýþma olur. Eðer millet olarak hadise/sünnete az emek vermiþsek, günümüz ve ilerisi için daha çok çalýþýrsak, bu alana yüklenerek açýðý kapatmalýyýz.
H. Uysal: Siz Konyalýsýnýz. Konya'da yaþýyorsunuz ve Selçuk Üniversitesi'nde öðretim üyesisiniz. Konya'nýn eðitim tarihi açýsýndan zengin bir geçmiþe sahip olduðu, Selçuklularýn Konya'yý payitaht yaparken Alaaddin Tepesi'de sarayla cami arasýnda, bir anlamda kentin kalbinde, "Medrese-i Sultaniyye" adýyla bir eðitim kurumu kurduklarý bilinmektedir. Konya'da ilim ve irfanýn her zaman deðer bulduðunu, örneðin Necmeddin Râzî'nin "Mirsâdu'l-Ýbât" adlý eserini beðenen Alaaddin Keykubat'ýn, kitabýn kelimelerini saydýrdýðýný ve kelime baþýna, yazarýna bir altýn ihsan ettiðini tarih kitaplarý yazmaktadýr. Selçuklular, Karamanoðullarý ve Osmanlýlar döneminde Konya'da çok sayýda eðitim-öðretim kurumunun bulunduðu þehrin, Türk âlimler, Ýranlý þairler ve Arap düþünürler için bir câzibe merkezi olduðu da ifade edilmektedir. Örneðin, Osmanlý'nýn son döneminde, 1910'da yayýnlanan bir istatistiðe göre, Ýstanbul'da 278, Bursa'da 326, Konya'da ise 576 medresenin bulunduðu belirtilmektedir... Siz Cumhuriyet döneminin önemli bir kesitini bu þehirde ilim ve irfanla geçirmiþ bir âlim olarak, Selçuklu, Karamanoðlu, Osmanlý ve Cumhuriyet dönemlerinin ilim tarihi açýsýndan genel bir panoramasýný çizebilir misiniz?
Böyle bir soruya ancak, söz konusu zaman dilimlerini, eðitim ve öðretim açýsýndan uzmanlýk derecesinde tanýyan bir âlim cevap verebilir. Ben, Selçuklular döneminde, Konya'nýn baþkent olduðunu, ilme, sanata deðer verildiðini, teferruatýný þimdi hatýrlamadan biliyorum. Medrese-i Sultânî'nin mahiyetini bilmemekteyim. Mirsâdu'l-Ýbâd'a verilen, te'lif halý da çok iyi. Ama ben bugün böyle bir durum olmadýðýný bilmekteyim. Konya'da 576 medresenin bulunduðu ve hem de 1910 tarihindeki bir tespitin bu rakamý verdiði biraz zor anlaþýlacak husustur. Çünkü, o zamana yakýn dönemdeki ilim kurumlarýný biz bilmekteyiz. Mekân olarak da, Hükümet binasý ile Alaaddin Tepesi'nin eteðine kadar olan bölüm, medreselerin binalarýnýn olduðu yerlerdir. Buraya da öyle bir sayý sýðmaz. Ayrýca, Köprübaþý'nda, Ýsmet Paþa Okulu'nun arkasýnda ve þimdiki merkez PTT binasýnýn olduðu yerlerde medrese varmýþ. Onlardan, harap olanlarý biz çocukluk yaþlarýmýzda gördük. En fazla elli öðrenci kapasiteli kurum bunlar. Mesela beylikler dönemine ait bir medrese kalýntýsý bugün, Pîri Mehmet Paþa Camii kuzeyinde görülür. Her odaya bir öðrenci hesaplasanýz, nihayet yirmiyi geçmez mevcut. Bu konularýn üzerinde çalýþan ve doktora hazýrlayanlar olmuþtur. Konya sözüyle: Antalya, Isparta, Burdur, Afyon'un bir bölümü gibi geniþ bir alan kastedilse dahi böyle bir sayý bana mübalaðalý gelmektedir. Köylerdeki Sýbyan okullarýný hesaba katarsak, hepsini birden eðitim kurumlarý olarak görürsek, o zaman bu söz doðru olabilir. Kýsaca söylemek gerekirse, söz konusu dönemlerde milletimiz, yönetimiyle, millet fertleriyle, ilme özellikle de dinî ve matematik bilimlere, dünya hayatýnda insana gerekli zanaat ve sanatlarla meþgul olmuþlardýr. Bazýlarýnýn zannettiði gibi, günümüz sadece "ilim çaðý" deðildir. Her milletin hayatýnda, ilmin ön planda tutulduðu ilim çaðlarý vardýr. Ve o çaðlarda, onlar ilmi en üst deðer olarak görmüþlerdir. Bize düþen ise, eskiyi bilerek, yeniyi deðerlendirerek, geleceði kurmaya çabalamaktýr.
S. Köse: Lisans ve lisansüstü dönemdeki öðrenci arkadaþlara neler tavsiye edersiniz?
Lisans öðrenimini tamamlayan fakülte mezunu, eðer son yýlda, bir anabilim dalýný sevip, onda çalýþmaya karar vermiþse, fakülteyi bitirdikten sonra Ýslamî ilimlerdeki müktesebatýný bir kontrol edip pekiþtirmeli; Kur'an, Hadis ve Ýslam Tarihi ile, kurumlarýyla olan irtibatýný, az da olsa sürdürürken, yöneldiði alanla ilgili çalýþma sürecine girmelidir. Bir nefis muhasebesi faydalýdýr: lisan durumumuz nedir? Kur'an'ý tanýyor muyuz? Hadis ve sünnet/rivayet ilimleriyle aramýz nasýldýr? Tarih, felsefe, sosyal bilimler biliyor muyuz? Bu hesaplaþma müspet ise, artýk, anabilim dalýndaki hocalarla daha yakýn olunmalý; Türkiye ve dünyadaki meslektaþ arkadaþlarla ve alanýn büyükleriyle irtibat kurulmalýdýr. Bu, mektupla veya daha farklý yollarla olabilir. Küçük bir indeks defteri veya baþka usuldeki bir arþiv, dünyadaki meslek mensuplarýnýn özelliklerini biriktirmemize yarar. Zaman zaman oraya bilgiler koymalýyýz. Gerekirse bu hocalarýn resimlerini temin de iyidir. Mutlaka ilgili bilim dalýndaki neþriyat, büyük ve çok ciltlikler hariç, alýnmalýdýr. Önce el kitaplarý, sözlükler, alanýn teknik kitaplarý, zamanla öðrencinin küçük kütüphanesini oluþturur. Batý dili ve Arapça iþi, üst düzeyde halledilmeli, bu dillerle irtibat hiç kesilmemelidir. Kesilirse, zamanla zayýflama mukadderdir. Ders ve seminer safhalarýnda zora talip olur, iyi çalýþmalar yapýlmalýdýr. Yasak savma, kolayýna kaçma öðrenciye fayda saðlamadýðý gibi, büyükleri de sebepsiz yere meþgul eder. Seçilen tez konularýnýn, ayaðý yere basmalý; müddeti içinde bitirilebilecek, bilim dalýyla doðrudan ilgili, çalýþýlabilecek konular olmalýdýr. Öðrenci projesindeki çerçeveyi taþmamalý, manasýz malzemeyle tezini doldurmamalýdýr. Tez, alana bir þeyler getirmelidir. Öðrenci, fikir yürütmeyi, konuyu büyük bir sabýrla/vukufla iþlemeyi bilmelidir. Danýþmanýyla iyi irtibat kuran bir öðrenci, çok istifade edecektir. Unutulmamalýdýr ki, bugün yüksek lisans, belki de otuz sene öncesindeki seviyeye nispetle, lisans dönemindeki eksikliklerimizin giderilmesine tekabül etmektedir.
Kaynak:S. Köse-M. Harmancý-H. Uysal, "Ali Osman Koçkuzu Ýle...", Makâlât, S. 1, Konya, 1999, ss. 265-291.